8.09.2019

9 aydır küçülüyoruz

Son dokuz aydır yüksek enflasyon ve küçülmeyi aynı anda yaşıyoruz.

2018’in dördüncü çeyreğinde % -2.8  küçülen ekonomimiz, 2019’un birinci çeyreğinde % -2.4 oranında, ikinci çeyreğinde % -1.5 küçüldü. Bunlar Türkiye İstatistik Enstitüsü’nün rakamlarıdır.

Ocak 2019’ da % 20.35 olan Tüketici Fiyat Endeksi ise Ağustos ayında % 15.01 e geriledi. Ama 2008’de ABD de yaşanan ve tüm Dünyayı etkileyen krizde % 10 lara çıkan enflasyon, 2017 yılından itibaren yeniden % 10’ların üstüne çıktı. 2018 Eylül’den sonra da % 20’li rakamları gördü.  Bu ayki düşüşü enflasyon düştü diyerek geçiştirmek ise gerçekçi olmaz.

Yüksek enflasyon ve küçülmenin bir arada yaşandığı bu duruma ekonomide slumpflasyon diyoruz.

 

Tüketici enflasyonu böyleyken üretici fiyatlarına baktığımızda ise 2017 Ocak ayıyla birlikte % 13.69  ile başlayan çift haneli rakamları görüyoruz. 2018 Mayıs itibariyle % 20’ lerin üstüne çıkan üretim enflasyonu aynı sene içinde % 30 ve 40’ları gördü.

Tüketici enflasyonu kadar üretim enflasyonu da önemlidir. Elektrik ve doğalgaz olmak üzere yapılan zamlar, üretim maliyetlerini artırmıştır. İşte o zaman bu durum tüketici enflasyonuna da yani fiyatlara direkt yansıyor. Enerji girdisinin toplam maliyetler içindeki payı son bir yılda, elektrikte % 113 ve doğalgazda % 58 oranında artmıştır. Bu artışlarla sanayici yurt dışındaki şirketlerle nasıl rekabet edecek diye sormak istiyorum?

2019 ikinci çeyreğinde yatırımlar % 22.8 küçüldü. Bunun anlamı yeni iş alanları, fabrikalar, üretim tesisleri yaratılamıyor demektir.

Harcamalara baktığımızda ise vatandaş % -1.1 harcamalarını kısarken, devletin harcamaları % 3.3 artmıştır.

Bütün bu tablo sonunda Türkiye ekonomisinde kişi başına düşen milli gelir 8.806 dolara düştü. Yani 2006’lara geri dönüldü.

Türkiye ekonomisinin büyüklüğünün ise yıl sonunda 700 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor. Öyle ki 2023 ihracat hedefi revize edilerek 500 milyar dolardan 246 milyar dolara indirildi. Maalesef ithalata dayalı bir ihracat yapıyoruz. İhracatımızın içindeki ithal girdilerin oranı % 65-70 civarındadır.

Eğri oturup doğru konuşmak gerekiyor. Bu durumu yani krizde olduğumuzu kabul etmeden, krizden çıkmak mümkün değildir. Sağlam bir para politikası ile tasarrufu önce devletin yapması ilk iş olmalıdır. Sonra bir seferberlik ilan edilmelidir. Yerli ürün kullanma bilinci, önce ülkeyi yönetenlerden başlayarak sade vatandaşa kadar yerleştirilmelidir. Bir Alman’a asla Bosch marka buzdolabından başka ürün aldıramazsınız. Çünkü bunu yapmazsa o fabrikanın ayakta kalmayacağını Alman vatandaşı bilincindedir.

Devletin vergi oranlarını düşürmesi ve vergilerin ödenebilir hale getirilmesi gerekiyor. Bu şartlarda zaten vergi toplayamıyorsunuz. Akaryakıt başta olmak üzere, iletişimden ve adı deprem vergileri olarak kalan vergilerin azaltılması ve kaldırılması vatandaşı ve piyasaları rahatlatır. Sanayinizi üretim yapar hale, vatandaşınızı da tüketim yapar hale getirirseniz ekonominiz nefes alır.

İster mal isterse hizmet üretimi yapan kesim tahsilatları yapmadan faturayı kesince stopaj vergisini devlete peşin ödüyor. Daha sattığının parasını kasaya koymadan gelir vergisini devlete baştan veriyor. Bu durumun acilen düzeltilmesi gerekmektedir. Parasını ne zaman kasaya koyarsa, vergiyi o zaman ödemesinin yolu açılmalıdır. Aksi halde elektrik, doğalgaz ve çalışanlarının ücretlerini ay başı geldiğinde peşin ödemek zorunda kalan iş insanlarının bankalardan kredi almaktan başka çaresi kalmamıştır. Kredi borçlarının çok yükselmesinin ve bankalara ödenememesinin, hatta firmaların konkordato ilan etmesinin en büyük nedeni budur. Şirketlerin çalışanlarını çıkarmaları kaçınılmaz olmuştur.

Türkiye bu gibi krizleri daha önce de yaşadı. Ancak gerçekçi ve uygulanabilir politikalarla sorunların üstesinden geldi.

Ekonomik reformları uygularken, dünyada hali hazırda dolaşmakta olan 12 trilyon dolarlık sermayenin Türkiye’ye gelmesini istiyorsak, Dünya’ya hukukun da tam olarak uygulandığını ispat etmek zorundasınız. Para ve sermaye huzurlu limanları sever. Huzurun güvencesi ise hukuktur. Hukukun olmadığı bir ülkeye yabancı sermaye gelmez. Yatırım yapmaz. Dünyaya acilen güven vermeli ve ona göre politikalar üretmelisiniz.

Bu durumu kabullenip, gerçekçi politikalarla çıkış yolunu ararsak emin olun bu krizi de atlatırız. Yabancıların Türkiye’de kurdukları ve işlettikleri fabrikalar, Türkiye’nin sigortasıdır. Borç verenler çok borçlu müşterilerini batırmak istemez. Hatta ayakta kalsın diye yeniden borç verir. Ama ondan diyet yapmasını ister. Türkiye’de dış borç 456 milyar dolar olduysa ve bu borcun büyük bölümü bizde yatırımı olan Avrupa ülkelerineyse, bizim batmamız söz konusu olamaz. Ama buna güvenip rehavete kapılır ve hayal peşinde koşarsanız, bu durum sizin sonunuz olur.

Bugün “Durmak yok yola devam” sloganını gerçek anlamda uygulamak zamanıdır…

ETİKETLER;

Karadeniz'in İlk ve Tek Ekonomi Portalı

Okumak İçin Resimlere Tıklayınız.
Kapat
× Anasayfa Abone ol Tüm haberler Ekonomi Bölgesel Şirketler Gündem Belediye Sektörler Politika e-Dergi e-Gazete Web TV Künye Karadeniz sohbetleri Yazarlar