Prof. Dr. Kenan Mortan, Türkiye Ekonomisinin Geleceğini Analiz Etti:  İşte Öne Çıkan Noktalar!

Türkiye ekonomisinin önemli isimlerinden Prof. Dr. Kenan Mortan, Karadeniz Ekonomi tarafından düzenlenen özel bir söyleşide, Türkiye'nin ekonomik geleceği üzerine kapsamlı analizlerini paylaştı.

info@karadenizekonomi.com / 25.12.2023

Prof. Dr. Kenan Mortan, Türkiye Ekonomisinin Geleceğini Analiz Etti:   İşte Öne Çıkan Noktalar!

Mortan'ın liderliğindeki analitik bakış açısı, 5. Sanayi Devrimi'nin etkisi, küresel iklim değişikliği ve uluslararası ticaret dengelerindeki değişimlere odaklanarak ekonomik zorluklara ışık tuttu.

Prof. Dr. Kenan Mortan, Türkiye ekonomisinin kritik bir dönemden geçtiği bu günlerde, bilim ve ekonomi dünyasındaki deneyimiyle önemli bir rehberlik sunuyor. Karadeniz Ekonomi'nin sorularını yanıtlayan Mortan, Türkiye'nin ekonomik manzarasını değerlendirirken, özellikle 5. Sanayi Devrimi'nin getirdiği dinamiklere vurgu yaptı.

Mortan, söyleşide yaptığı değerlendirmede, "Türkiye'nin ekonomik yönlendirme ihtiyacı olan bu dönemde, 5. Sanayi Devrimi'nin getirdiği değişimleri anlamak ve bu değişimlere adapte olmak kritik öneme sahiptir. Küresel iklim değişikliği, uluslararası ticaret dengelerindeki değişimler gibi faktörleri göz önünde bulundurarak, Türkiye'nin sürdürülebilir bir ekonomik rotada ilerlemesi gerekiyor" ifadelerini kullandı.

Söyleşi, Karadeniz Bölgesine dair bir değerlendirmesiyle devam etti. Mortan, bölgedeki beceri ve girişimcilik gücünü vurgulayarak, "Karadeniz ekonomisinin yüksek çıtası, takdire şayan bir başarıdır. Ancak bölgenin Türkiye genelindeki sıralamada daha üst sıralara çıkabilmesi için önemli adımlar atılması gerekmektedir" şeklinde değerlendirmede bulundu.

 

İşte, bu önemli söyleşinin detayları:

 

 

Dünyada ekonomik sistemler büyük bir değişimden geçiyor. Gelişmiş ülkeler enflasyonla tanışıyor, tedarik zinciri kırılıyor. Siz bir bilim işçisi olarak bu değişimi nasıl görüyorsunuz?

 

Bu büyük değişim, dünya ekonomisinin yaşadığı dalgaların bir yenisidir, bu yüzden artık 5. Sanayi Devrimi’nden söz ediyoruz. Yeni iş modelleri, büyük veri analizleri, teknolojinin her alanımızı işgal etmesi ve Yapay Zeka ( AI), hem ekonomileri, hem de yaşamımızın her yönünü işgal etti, edecek de.

Ama bu değişimin bir boyutu daha var…

İnsanlık, 2019’dan bu yana 6. Büyük Kitlesel Yok oluş Çağı’na girdi.  Fosil gazının etkisiyle iklimi zehire çevirdik. Şimdi, 5. Sanayi devrimi ve bu yok oluş süreci birbirini etkileyerek ve birlikte yola devam edecek.

Böylesi bir değişim daha önce hiç yaşanmadı. Önceleri sadece ekonominin değişime uyumundan söz ediyorduk. Oysa şimdi güney yarımkürede bir Rio kentinde, gün içi sıcaklık 59 derece. Bu durumda insanın yaşaması / yaşama olasılığı, birinci derecede sorun konumuna geldi.

2015’de imzalanan Paris İklim Anlaşması, 191 ülkenin ortak imzasını taşıyor. İnsanlık sera gazı etkisinin azaltılması konusunda mutabık. Ama ulusal hükümetler iklim hedeflerini düşürmede işin gereğini yaparken çok geri kalıyor. Eğer bu iklim hedeflerine ulaşamazsak, büyük bir insan kırımı yaşayacağımız kesin.

Kısacası, var olmak / yok olmak arasında, bir bıçak sırtındayız.             

 

Peki tüm bu sürecin faturası ne oldu?

 

 Evet, dijitalleşme arz zincirini değiştirmekle kalmadı, açık ifadeyle zinciri kırdı. Lityum gibi bir nadir metaller öne çıktı. Bu ve bunun gibi nadir metalleri çıkaran, sayısı fazla olmayan ülkeler, ki başında Çin geliyor, ‘’ tok satıcı’’ konumuna geldi. Pazardan pay almayı hedefleyen ticaret savaşları, küresel kurallar yerine ulusal ekonomi politikalarını ve içe kapanmayı öznelleştirdi.  O kadar ki ‘’ Anavatanım Önce Gelir Ekonomisi ‘’ (Homeland Economics) uygulanan politikanın adı oldu.

Tabii ki bu politika, siyaset yapmayı, çığırtkanlıkla karıştıran popülist politikacıların elinde çok ideal bir oyuncak. Bu oyun kurallarını da değiştirecek. Şu anda dünya ekonomisinde kural koyucu olan 3 ülkeden ( ABD, Çin ve Rusya), 2’sinin politik yönetiminin popülist ve otoriter liderlik olması,  oyun kurallarının maçtan maça değişmesine yol açıyor. Buna ‘’Çok Yönlü Dünya Dengesizliği ( Multipolar Disorder ) adı veriyoruz.

2024’de 70 ülkede, genel seçim yaşayacak. 4.2 milyar insan oy kullanacak. Bu dünya nüfusunun yarısından fazlası ve bir ilk olma hali oluşturuyor. Ama bunlar bir yana, Kasım 2024’de yapılacak   ABD Başkan seçiminde bir popülist kimliğin seçilmesi halinde, dünya ekonomisini yöneten açık ekonomi kuralları açık-seçik bozulacak. Dolayısıyla, Türkiye ‘nin oyun sahnesinde bir rol alması çok zorlaşacak.

        

 

Türkiye ekonomik sorunlarla karşı karşıya. Bilhassa yüksek enflasyon endişe yaratıyor. Türkiye’nin yeni ekonomi yönetimi ve enflasyonla mücadele stratejileri hakkındaki ilk izlenimleriniz neler? 

 

Bir ekonominin sorunlarla karşı karşıya olması normaldir, ekonomiler, med-cezir dalgasına benzerler. Yükselişleri ve düşüşleri vardır.

Türkiye’de üzücü olan ‘’Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik, döndük bir de arkamıza baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz ‘’ tekerlemesiyle çok benzeşmesi.

2003’de ülke enflasyonu %10’lara düşmüş, 1 dolar ise 1.6 TL idi. AB tam üyeliğinde yol alınıyordu. Şimdiyse, bu değişkenlerin tamamı tersyüz edilmiş durumda….

Yeni Ekonomi Yönetimi’nin (YEY) en önemli işi enflasyonu düşürmek.

Dilerdim ki, YEY‘in asal misyonu  ekonominin dijitalleştirilmesi, ya da ekonominin yeşil dönüşüm programı olsaydı.YEY, ihracatta teknoloji yoğun mal oran payının yükselmesini hedefleyebilmeliydi, olmadı.  

Şimdi YEY’in işi, en temel yapısal bir konu olan çocukluk hastalıklarıyla uğraşmak.  

Şimşek-Erkan iklisinin programı klasik bir enflasyonla mücadele programı. Haziran’dan bu yana bir şekilde yol almaya çalışıyorlar. Enflasyonda bir kararlı düşüş en erken Haziran 2025’de bekleniyor.

Bu denli uzun bir sürede siyasetin bekleme tahammülü olur mu?

Oysa YEY’in varlığı ve uygulamaları, ekonominin en önemli öğelerinden biri olan ‘’ istikrar’’ açısından önemli.

İkincisi, Şimşek-Erkan ikilisinin programı bir sterilizasyon (soğutma) programı. Talebin kırılmasını daha da önemlisi büyüme hızında da bir gerilemeyi öngörüyor.

Buna iş ve girişim dünyası hazır mı?

Bu biraz ‘’zor’’ gözüküyor. Satışın ve ihracatın kâr marjını bu denli düşürdüğü bir ortamda, tek çare, sürümü arttırmak. Bunun da yolu üretimi arttırmaktan ve sürümden para kazanmaktan geçiyor.

Bu iki ‘’çetin’’ soru, gelin buna ‘’sorun’’ diyelim, YEY’in mimarı olan Şimşek-Erkan ikilisinin geleceğini de belirleyecektir.       

 

Bir diğer önemli sorun da TL’nin dolar karşısında ciddi değer kaybetmesi. Mevcut tabloda 2024 ve sonrası için sizin kur öngörünüz nedir?

 

Gelin buna sorun değil, bir ‘’uygulamanın sonucu’’, ya da ‘’sistemin çıktısı’’ diyelim.

Kasım ayı politika faiz oranı %40 ise, kısacası paranın maliyet bazı bu oran ise, dolar gibi egemen olan dış kurların maliyeti de ister istemez artacaktır. Bu, hiçbir şekilde önlenemez. Kızamık çıkaran çocukta yüksek ateşin doğal sayılması gibi bir haldir bu.

Kur sarmalının normalize olması, değer kaybının önlenmesi, enflasyonun yüzde 5’lere düştüğü andan sonra mümkündür.

Bence, bu değer kaybı eğilimi iş dünyasının tamamı tarafından kabullenilmiştir. O kadar ki, enflasyon muhasebesine olanak sağlayan yasal düzenleme çıkmadan, uygulamanın ertelenmesi istemi gündeme geldi.

Hemen her işletmenin kur paritesindeki artışı, bir oran öngörerek, iş planını yapması, en makul kabul olacaktır.

  

 

Türkiye’yi yeni yatırımcı çekme ve ekonomik büyümeyi artırma konusunda başarılı kılabilecek temel faktörler sizce nedir? 

Türkiye’deki sanayi mülkiyetinin dünya üstündeki yatırımı 4.2 milyar $‘ı buldu. Bir örnek vereyim: Ziraat aletlerinde çok spesifik bir ürün üreten bir firma yaklaşık 16 aydır dış müşterilerine dolar esaslı olarak fiyat vermekte zorlanınca, geçen ay çareyi Macaristan’da bir fabrika kurmakta buldu.

Bu küçücük bir örnek…  

Türkiye’nin yatırım çekmek bir yana, mevcut sabit sermaye stokunu tutulamıyor.

Ters rüzgarlar var…. 

‘’Rüzgârı tersine estirmek ‘’ zor ve yaman bir iş.

Bu rüzgârı tersine estirmek için neler olması gerektiği IMF’nin bu ay yayınladığı Türkiye Konsültasyon Raporu’nda yazılıydı.

Ama bunları sadece okumak yetmiyor, uygulamak da gerekiyor.

 

 

Bir yandan yapay zekâ ve yeni teknolojiler, diğer yandan değişen uluslararası dengeler ve ulusal dinamikler... Bu çalkantılı dönemin iş dünyası açısından en zorlayıcı başlıkları neler? 

 

 İş dünyasının temel sorunu ‘’ Yeşil Dönüşümü’’ gerçekleştirmekte düğümlü.  Bu sadece bir. ‘’ sanayi fantezisi ‘’ değil, aynı zamanda her geçen gün artmakta olan karbon vergilerinin üstesinden gelmek için bir zorunluluk. Bu konuda geç kalınıyor…

Kuşkusuz ‘’yeşil dönüşüm ‘’ programı, sadece bir niyet bildirgesi değil, aynı zamanda bir finansman ve yatırım işi.  Bu konuda Dünya Bankası ve İBRD’nin çok elverişli fonları var.  Yeşil Dönüşüm ‘ünü gerçekleştiremeyen bir Türkiye, dış pazar yarışında kaçınılmaz olarak tökezleyecektir.

İkincisi, dış pazarlar / dış pazarlar derken, yüzde 50 pazarın AB pazarı olduğunu kesinlikle unutmamak gerek.  AB pazarına ‘’gümrük birliği ‘’ ile kenetlenen bir Türkiye’nin bu anlaşmayı derinleştirilmesi ve kapsamını genişletebilmesi, ‘’hukukun üstünlüğü’’ ilkesinin şaşmaz bir biçimde işlemesinden geçiyor.

 

 

Karadeniz Bölgesi ekonomisinin genel bir değerlendirmesini yapabilir misiniz?

Karadeniz ekonomisinin dinamik yapısını ben her hafta cuma günü Karadeniz Ekonominin okurlarıyla paylaştığı gazete ve web sayfasında görüyorum.

Tek hüneri beceri ve girişimcilik gücü olan Karadeniz ekonomisinin yakaladığı yüksek çıta her türlü takdirimin ötesinde…

Yine de Doğu Karadeniz bölgesinde konumlanan 7 ilin Nasıl Bir EKONOMİ gazetesinin ‘’ 81 İlin Karnesi ‘’ verileriyle 100 üstünden 48-56 puanla (Trabzon ve Samsun 56 puan, Giresun 54 puan, Rize ve Sinop 52 puan, Artvin 50  puan ve Ordu 48 puan) alarak, Türkiye’nin  81 ili içinde 29-40.’lık arasında  yer alması, bu konuda  alınacak  önemli bir yolun önümüzde durduğunu gösterir. 

Rusya Federasyonu üstünde uygulanan ambargonun daha uzun süre olacağını varsayımından hareketle, bu pazarın Karadeniz iş dünyasına anlamlı fırsatlar   yaratacağını söyleyebilirim. Ancak Rusya’nın ithalde uyguladığı standartların AB pazarının dahi  ötesinde olduğunu biliyoruz. Bunu gözetmek ‘’ yeşil dönüşüm ‘’ programının ne denli önemli olduğunu bize bir kez daha anlatıyor. Bir de Hopa’da bir serbest bölge yapılmasının Kafkas ekonomileriyle   ticaret olanakları geliştirebileceğini varsayıyorum. Ancak bu sadece bir öngörü. Bu önerimin saha verileriyle test edilmesi gerekiyor.

               

Asel Gürsoy

Kapat
× Anasayfa Abone ol Tüm haberler Ekonomi Bölgesel Şirketler Gündem Belediye Sektörler Politika e-Dergi e-Gazete Web TV Künye Karadeniz sohbetleri Yazarlar