Kaya: “İthalat değil, üretimi arttıracak yola bakmak lazım”

Türkiye’nin tarımda kendine yeten bir ülke iken yanlış politikalardan dolayı tarımda ithalat yapan bir konuma geldiğini açıklayan Prof. Dr. Bayram Kaya, “Türkiye tarımda ithalat yaparak değil, üreticiyi destekleyerek ve bu ülkenin topraklarını işleyerek ayağa kalkar ve büyür” dedi.

info@karadenizekonomi.com / 18.04.2022

Kaya: “İthalat değil, üretimi arttıracak yola bakmak lazım”

Türkiye tarımını değerlendiren Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bayram Kaya, “Türkiye tarımda kendisine yeten bir ülke iken yanlış tarım politikaları sonucunda maalesef tarımda ağırlıklı olarak ithalat yapan bir ülke konumuna gelmiştir. Bugün ülkemizde atıl arazilerde buğday ekimi olsaydı geçmişte olduğu gibi Rusya’dan buğday gemilerinin gelmesini beklemez, ihtiyacımız olmaz, yağ fiyatları 60-90 TL’den 200 TL’ye çıkmazdı. Üretimi, üreticinizi güçlü tutarak destekleyerek yaparsınız. İthalata dayalı bir tarım politikasında ülke tarımı ve tarım üreticisi kaybeder. Avrupa kitleri %45-50‘sini özelleştirirken biz %100 özelleştirdik. Özel sektöre bıraktık. Üretici birlikleri kooperatifler güçlü tutulmalı, bu ülkenin topraklarında her şey yetişirken dışardan ithal etme politikasına üreticimizi güçlü tutarak son vermeliyiz. En büyük tehlike Türk tarımı için global firmaların Ülkemizdeki tarım arazilerini ele geçirmesi ülkemiz için büyük tehlikedir. Mutlaka üretim alanları kendi üreticimizde kalmalı devlet burada gereken yasal adımları atmalı arazilerin bölünmesinin önüne geçilmelidir. Türkiye tarımdaki gücünü korumalıdır. Tarım ulusal güvenliğimizdir. Üretim ekonomisine her alanda geçmeli üreticinin maliyetlerini düşürmeli destekleri artırmalıyız. İthalata vereceğimiz paraları kendi üreticimizi desteklemeye vermeliyiz” diyerek açıkladı.

Karadeniz Ekonomi Sohbetlerine konuk olan Giresun üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bayram Kaya ve Öğretim Görevlisi Köksal Gürel Türk tarımının geldiği son durum hakkında bilgiler verirken tarımın ülkemiz için stratejik öneminden ve tarımda yapısal reformların zorunlu olduğundan bahsettiler.

Giresun üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bayram Kaya, gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Murat Gürsoy’un sorularına ise şu cevapları verdi:

Covid’ten sonra gıda güvenliği büyük bir önem kazandı. Türkiye tarımında neler oluyor? Geçmişte neler oldu bugün durum nedir? Yarın neler olması gerekiyor?

Geçmişe baktığımızda Türkiye, kendine yeten 7 ülkeden biriydi. Öncelikle tarımın stratejik bir önemi var. Tarım, sanayi, hizmet sektörlerini ele alırsak, sanayi ve hizmeti istediğiniz kadar geliştirin ama günde 3 öğün yemek yemek zorundasınız. Hem de sağlıklısından. Tarım bu anlamda önemli. Türkiye’de geçmişte tarım alanında büyük gelişmeler oldu ama sonradan bu yapılar bozuldu. Özellikle kooperatifleşme önemli bir olguydu. Ama Türkiye’deki bir fobi nedeniyle kooperatifçiliği fazla geliştirmediler. İkincisi büyük kurumlar vardı, bunlardan birisi de Fiskobirlik’ti, pancarda Kop’tu. Türkiye’nin böyle büyük üretim birlikleri vardı. Bugün hala bunlara ihtiyacımız var ama uygulanan politika içerisine baktığımızda Türkiye bir karma ekonomi ülkesiydi. Bir tarafta devler, bir tarafta özel sektör var. Plan yapılır devlet hem özel sektörü destekler, özel sektörün yetmediği yerde de devlet devreye girer. Bunu yaparken uygulamada 2 politikası vardır. Bunlardan birisi vergi politikası, öbürü de para politikasıdır. Vergi uzun dönemlidir. Para politikası ise kısa dönemlidir. Sosyal demokrasi 1945 yılındaki toplantıdan sonra çıktı. Uygulamalar başarılı oldu ki Avrupa’da refah devletini ortaya çıkarttı. Ondan sonra liberal demokratlarla ilkeleri değiştirmediler. 1980’e geldiğimizde bir iktisatçı çıktı dedi ki devlet ekonomiden çekilmelidir. Devletin ekonomiden çekilmesini savunuyordu bu iktisatçı, tamamen özel sektöre bırakılması gerektiğini söyledi. 1980’de dünyada bir dönüşüm vardı. Türkiye’de de askeri darbe oldu. Türk parasıyla ilgili değişimler yapıldı, dışa açık bir büyüme modeli benimsedik. Devleti ekonomiden çekmek için özelleştirmeler yapıldı. Dünyadaki gelişime paralel olarak Asya kaplanları dediğimiz ülkeler bir model ortaya koyuyordu. Özel sektör ön planda ve KDV’li ürünler üretiyorlardı. 70’li yıllarda tarım o kadar eleştirildi ki yılda 20 gün çalışıp diğer günler yatan bir üretici bundan KDV’li ürün bekleyemezsiniz eleştirileri vardı. Özelleştirme artırıldı. Devletin elinden birer birer çıkarıldı. Oralar istihdam ve yatırım alanıydı. Aynı zamanda özel sektörün de hammadde ürettiği yerlerdi. Diğer ülkeler de bunları bir politika dâhilinde yaptılar, özelleştirdiler. Bu planda da bizde böle bir vaatle başladık, özelleştirilme yapılırken hisseler halka satılacaktı. Tarıma geldiğimizde %100’lere varan özelleştirme yaparken, bizim rakibimiz olan ülkelerde özelleştirdi ama kontrollüydüler. Biz tamamını özelleştirdik. Git gide Türk tarımı bozulmaya başladı. Yatırımlar yapılmadığı için yapısal olarak tarım bozuldu. Özellikle şuanda tarım hammadde ihraç eder durumda. Sonuçta zararımıza oldu. Avrupa şuanda bile yüzde 55 oranında elindeki tarımı koruyor. Bugün Fransa’ya gittiğinizde çiftliklere baktığınızda büyükbaş hayvancılığın yapıldığı yerlerde araziler büyük dama taşı gibi bölünmüştür. 16 metrekarelik bir alan. Sığır 1 haftalığına oraya bırakılır. Etrafında da ince telleri vardır. Elektrik yüklü. Öldürecek bir elektrik değil. Hayvanın orayı terk etmesini önleyecek bir elektrik. 1 hafta sonra hayvan oradan alınır başka bir yere kapatılır kendisine gelmesi sağlanır. Bunlar bizde olmadı. Bir de nüfus artışı çok. Bugün bölmeye kalktığında hiç kimseye yer yetmiyor. O yüzden ekilmiyor öylece bırakıldı. Hâlbuki Karadeniz’in Rus işgalleri dönemlerinde buralar tamamıyla gıda ihtiyacını karşılıyordu. Git gide bunları unuttuk. Özelleştirme her şeyin ebegümecisi oldu.  Özel sektör otokontrol örgütlenmelerini yarattı. Kendi kendini kontrol edebiliyordu. Üretime, pazarlamaya, dağıtımına ve korunmasına kendisi karar veriyordu. En son devlet zorunlu kalırsa devreye girerdi. Bizim bugün yeterli aydınımız, ziraat fakültemiz değerli hocamız olmasına rağmen hala kayadüzen tarım yapıyoruz. Ürün verimi azalıyor, toprak yorgunluğu artıyor, pazarda kurduğumuz kanallar bozuluyor. 

Türkiye ekonomisi ile ilgili yapılması ve uygulanması gerektiğini düşündüğünüz yapısal reformları anlatabilir misiniz?

Polonya’da bir örnek gördüm ve 8 yıl önce bunu Türkiye’de de anlatmıştım. Polonya’da ne oldu? Onlarda da nüfus artışı fazla ve Avrupa onlara muslukçular der. Avrupa’nın korktuğu muslukçular bizi işgal edecek diye AB üyeliği için de sorunlar çıkarttılar. Polonya’da da toprak parçalanmıştı. Bu sefer toprakları devlet eliyle birleştirdiler. Şirketler kuruldu. Köylülere eğitim verip orada çalıştırdılar. Orda kalıyor adam kendi toprağında çalışıyor ve sonucu paylaşıyorlar. Topraktan kira alıyorlar, 5 yılda bir pay alıyorlar. Kendileri de sigortalı çalışıyorlar. Ben bunu Ankara’da anlattım. Kimileri olumlu kimileri olumsuz baktı. Bu bir ortaklık olduğundan bizde ortaklıkların yürümediğini söylediler. Kolektif iş yapmada bizde bir engel var. Arazileri bizim de birleştirmemiz lazım. Şimdi biz özelleştirirken şöyle dedik, halka yayacağız. Küçük sermayelerde olsa halka vereceğiz ama böyle olmadı insanların geliri yoktu. Bunları blok blok özelleştirdiler. Bu sefer de yabancılar aldılar. Arazilerin birleştirilmesi için çalışmalar var şimdi. Ama bunda da yabancı eli var. Önde görülen Türk, arka taraftaki yabancı. Bunda işte Bill Gates’in Trakya’dan 60 bin dönüm arazi alması, mayınları söktükten sonra arazinin akıbeti ne oldu bilmiyorum. Üretimi yine kendilerine bağlıyorlar. Bunu bağladığımız anda ikinci kez biteriz. İlk özelleştirme bitirdi. Bu yapı ikinci kez tamamen bitirir. İkincisi bilgiye dayalı tarım yapmamız lazım. Neredeyse her ile üniversite kuruldu. Bize de fındıkla ilgili bir görev verdiler. Ben de Karadeniz çocuğuyum bana fındığa dayalı bir marka söyleyin? 1 tane var değeri bilinmedi. Daha çok olmalıydı. Fındıkla ilgili daha dikkatli olunmazsa benim görüşüm şudur; 10-15 yıl sonra Giresun’un fındığı olmayacak. İklim değişikliği nedeniyle fındık ısı tehlikesinden riske giriyorsa bizim alternatif ürünlerimizin belli oluyor olması lazım. Dolayısıyla arazilerin toplanması lazım.  Bilime güvenerek tarım yaptığımız takdirde gerisi politikacılara kalıyor.

Ukrayna ve Osmanlı döneminde de Türkiye tahıl ambarıydı. Ne söylemek istersiniz?

Ukrayna büyük tarım alanları olan bir ülkedir. Dolayısıyla Ukrayna bizim tarihimizde hep önemli olmuştur. Orada bir Hazar Devleti vardı. Arkasından Peçeneklerin kurduğu devlet vardı. Baktığınızda bugün biraz slavlaşsalar da bize en yakın yiyecek bulabileceğimiz yer de Ukrayna’dır. Ama neden bir Konya ovasını geliştirip de orada kendi buğdayımızı temin etmeyelim? Son diyeceğim şu; tarım bizim olmazsa olmazımızdır. Stratejiktir. Partilere bağlı değildir. Bir politika çizilmeli ve kolay kolay değiştirilmemeli. Tarım güvenliğimizdir.

 

***Lisanslı depoların kurulmasının üreticinin elini güçlendireceğini ve kredi kullanmasını mümkün kılacağını açıklayan Giresun üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Görevlisi Köksal Gürel, lisanslı depoların hayata geçirilmesi gerektiğinin altını çizdi.  Köksal Gürel’in gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Murat Gürsoy’un sorularına ise şu cevapları verdi:

Fındık bölgemizin baş tacı biliyorsunuz. Lisanslı depoculuk hep konuşuluyor ama hayata geçmiyor bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Fındıkla ilgili lisanslı depoculuk Giresun Ticaret Borsası’nın iştiraki olan bir şirket tarafından kuruldu. Bu bir AB projesi olarak AB proje ofisinde Giresun Ticaret Borsası tarafından yürütülmüştü. Yurt dışından bir temsilci vardı ve açılışı yapıldı. 15 bin ton kabuklu fındık kapasitesi var. Türkiye rekoltesinin yıllık olarak 600-700 bin ton kabuklu fındık olduğunu dikkate aldığımızda kapasite olarak yetersiz. Kapasite sorununun çözülmesi gerekiyor. Çözümü de basit diğer fındık üretilen illerde Doğu ve Batı Karadeniz’de belli üretim kapasitelerine göre depoların oluşturulması gerekiyor. Lisanslı depo ne sağlıyor, bir defa ürünün doğru koşullarda korunmasını sağlıyor. İkinci problem de borsa içerisinde lisanslı deponun bünyesinde seans salonu var ve bu işlemiyor şuanda. Nedir işlevi? Fındığı alıyor lisanslı depo, seçerek alıyor, üretici getiriyor kendi imkânlarıyla, laboratuvara götürüyor kriterlere uygun bir şekilde bir partiyse o kabul ediliyor. Değilse reddediliyor. Sonra kalibrasyonlarına göre ayrılıyor. Sonrasında sistem şöyle işliyor; üretici fındığını veriyor ürün senedi alıyor. O ürün senediyle de yıl boyunca nakite çevirebiliyor. Lisanslı depoculuğun gelişeceğine inanıyorum. 10 yıllık bir hikâye bu. Sektöre faydası olacaktır.

Kapat
× Anasayfa Abone ol Tüm haberler Ekonomi Bölgesel Şirketler Gündem Belediye Sektörler Politika e-Dergi e-Gazete Web TV Künye Karadeniz sohbetleri Yazarlar