6.09.2025

Sevincin / sevinmenin unutulduğu zamanlardayız…
Bir müzisyen, viyolonsel sanatçısı Dilbağ Tokay bize sevincin ötesini, kıvancını, gözyaşlarıyla paylaştı.
Kıvrak zekası ve esprileriyle tanıdığım, saygıyla andığım Bekir Çoşkun’un adını taşıyan Cunda Bekir Çoşkun Kütüphanesi’nde, Tokay, piyanist Emine Serdaroğlu ile CelloPianoDuo Konseri’ne başlayacaktı ki, bir ‘’saygı duruşu‘’ selamlaması yaptı:
-Benim burada sanatçı olarak varlığım, yıllar öncesi AİMA’nın, Ayvalık Müzik Akademisi’nin, bana verdiği ustalık dersleriyle başlar. Kurucusu Filiz Ali’nin uzgörüsüyle bizler seçildik, keşfedildik, genç sanatçı adayları olarak AİMA’da büküldük, yontulduk. Şimdi o ben, AİMA’da bu ustalık derslerinde eğiticiyim.
Tokay bunları dedi, sözleri gırtlağında düğümlendi…Alkışın konser öncesi yaşandığı ender anlardan biriydi.
Aslında bu alkış, bu çoşkulu ürünleri yaşatan Cumhuriyet Türkiyesi’neydi.
10 yıl boyunca bu ustalık eğitimleri için evlerini açan Ümit-Cem Boyner çifti adına konuşan Ümit Boyner‘in anlamlı sözleriyle ‘’Burada yaptığımız sadece kültür değil, onun çok ötesi, Cumhuriyet Türkiye’sinin edinimlerini soluduğumuz, anlamını düşündüğümüz yerler olmalıdır’’.
Tokay-Serdaroğlu ikilisi, Mendelsohn, Çaykovki, Schubert, List ile yetinmeyen bir repertuvar hazırlamışlardı. 1995 doğumlu bir bestecinin, Yiğit Mert Erkmen’in 2022 Süreyya Operası Ulusal Beste Yarışması’nda ‘’birincilik’’ alan sonatı Tetra’yı ve İlhan Usmanbaş’ı çaldılar. Bu, klasik müzik parçaları ile yetinmeyen, Anadolu ezgileriyle, bu topraklardan beslenen parçalara dönük bir ısrardı.
Konserin sonunda yine bir aykırılık yaşandı: Dilbağ, AİMA’nın dinamolarından Onurcan Ülker’ın nenesinin bahçesinden toplanma kır çiçeğini Profesör Filiz Ali’ye bir ‘’şükran demeti’’ olarak verdi.
Baktım, ‘’Dilbağ’’ Farsça’da ‘’kalbin mutluluğu’’ demekmiş. Bu ikili bir konser vermediler, bize ‘’mutluluğun müziği’ni icra ettiler, sağolsunlar…
Bu hafta 2. Dünya Savaşı’nın bitiminin 80.yılıydı…
Bu melûn savaş, 70-85 milyon insanın ölümüne, ve 6 milyon Yahudi ırkından insanın imhasına yol açtı. Kamp numarası 1741517 olan Primo Levi’nin(1919-1987) Şimdi Değilse Ne Zaman romanıyla bu imha kamplarını öğreniriz. Savaşın vahşetini Eğer Bu Bir Adamsa (1947) ile ilk yazandır. Levi sanılanın aksine intihar etmez, bir kazada yaralanıp, ölür.
’50 li yıllarda, kapitalizm üretime ve kâra dayalı bir ‘’ Altın Çağ‘’ yaşar. Ama hesaplaşma / yüzleşme yoktur, ya da çok azdır. Heinrich Böll sonradan kendisine Nobel Ödülü kazandıracak savaşla yüzleşen eserlerini yazar, yayınlar. Yeni adıyla Federal Almanya’da tarih derslerinde Nazizmin zulmü, ’’çocuklar kötülükle beslenmesin’’ savıyla okutulmaz.
İnanılacak gibi değil… ’50 li yıllara damgasını vuran eser Orwell’in 1984’dür. Bir distopyadır, devlet denilen aygıtın korku imparatorluğu kurması anlatılır. Umut bir yana, korku, sistemin özüdür. Acıdır, savaşın bitiminden hemen 4 yıl sonra, 1949 Haziran’ında yayınlanır.
Adımlarımı hızlandırayım,sonra 1989’da Berlin Duvarı yıkılır. Bu kez bir ‘’besleme şarlatan’’ Prof. Fukuyama’nın Tarihin Sonu ve Son İnsan adlı eseriyle, sistemlerin yok olduğu, kapitalizmin de sadece ‘’mutluluk‘’ üreteceği dersi verilir.
Yüzleşmeden geldiğimiz yer ortada…
İnsanlığın geleceğine olan umudumuzu yitirmemek adına, AİMA’lara, Filiz Ali gibi gözüpek öncülere, Dilbağ Tokay gibi mutluluk icracılarına gereksinimiz her günden fazla…
Zaten, Şimdi Değilse Ne Zaman?
Yaşar Kemal usta diyor ki: Doğa, halk ve hayat bir yerde saplanıp kalmaz. Çürümüşleri atıp yeni yeşerenleri, güçlüleri onun yerine koyar.
Not: AİMA Konseri yolunda koşuşurken düşen ve elini kıran PEN-Türkiye Başkanı gazeteci / yazar Zeynep Oral dostuma şifa diliyorum. Mutluluğun resmi ‘’ zayiat vermeden ‘’ oluşmuyor…