Zirveye uzanan ilham verici yaşam öyküsü

Trio Deniz Yönetim Kurulu Başkanı Murat Bekiroğlu, ilham verici hayat hikayesinde bulaşıkhaneden sektörde dünyanın zirvesine uzanan yolda yaşadıkları ile bölgenin de gurur kaynağı.

info@karadenizekonomi.com / 3.10.2022

Zirveye uzanan ilham verici yaşam öyküsü

Bekiroğlu, “Chicago’da 1000 kişilik toplantı salonunda en arka masada oturmanın verdiği üzüntü ile şu an bir toplantıya gittiğinizde CEO’nun masasında bir ödül almak gerçekten gurur verici bir tablo” dedi

Trio Deniz Yönetim Kurulu Başkanı Murat Bekiroğlu, eğitim için gittiği İngiltere’de University of London’da bulaşıkhanede bulaşık yıkayarak başladığı serüveninde, iş hayatına atıldığı ilk dönemde toplantıların kapıya en yakın masada oturduğu yerden CEO’ların masasında ödül aldığı hayat hikayesi ile örnek bir profil. Bugün dünyanın en saygın markalarını tüm dünyaya ulaştırırken, ilham verici öyküsünde sosyal hayata kattığı değerlerle de örnek bir iş insanı olarak bölgenin gurur kaynağı olmaya devam ediyor.

 

“CEFA ÇEKMEDEN SEFA SÜRÜLMÜYOR”

İş hayatına başladıktan kısa bir süre sonra tüm birikimini şirketine aktaran Bekiroğlu, “Lüks bir arabaya biniyordum. Onu sattım, evimi sattım. Bütün birikimlerimi şirkete koydum. Cefa çekmeden sefa sürülmüyor. 5 yılın üzerinde Londra’da kaldım. Gittiğimin 40’ıncı günü, kaçak olarak University of London’da bulaşıkhanede bulaşık yıkamaya başladım. Büyük distribütör toplantılarında bizi böyle dış kapının dış mandalı gibi görürlerdi aslında. Böyle 500 kişilik, 600 kişilik salonlarda kapıya en yakın masaya oturtulurduk. Las Vegas’ta, Chicago’da bin kişilik toplantı salonunda en arka masada oturmanın verdiği üzüntüyle, şu an bir toplantıya gittiğinizde CEO’nun masasında bir ödül almak gurur verici bir tablo” dedi.

 

“İLHAM VERİCİ HAYAT ÖYKÜSÜ”

Murat Bekiroğlu, 1972 yılında Ordu’da doğdu. Çocukluk hayatını, ilköğrenimini, ortaokul ve liseyi Ordu’da okudu. İlk önce Gazi Üniversitesi Muhasebe Bölümü’nü bitirdi. Daha sonra Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme bölümünden mezun oldu. Daha sonra eğitim hayatıma devam etmek için Londra’ya gitti. 5 yılın üzerinde Londra’da kaldı.

Annesinin altınlarını satarak okul parasını denkleştirdiğini anlatan Bekiroğlu, “Annem, Allah uzun ömür versin altınlarını satarak okul paramı denkleştirdim ve ben gittim. Gittiğimin 40’ıncı günü kaçak olarak University of London’da bulaşıkhanede bulaşık yıkamaya başladım. Daha sonra kantinde çalıştım, terfi ettim. Sonra meşhur Sofra Restaurant vardır, Hüseyin Özer’in. Sofra Restaurant Mayfair’de garsonluk yapmaya başladım. Daha sonra terfi ederek, İngilizcemi çok daha geliştirerek, Meşhur Royal Opera House’da garsonluk yapmaya başladım. Bu arada her terfimde daha çok para kazanıyordum. Aynı zamanda eğitimime devam ediyordum. Ben Türkiye’ye dönmeyi planlamıyordum. Daha da kalmak, orada iş hayatımı daha da geliştirmek istiyordum. Fakat Türkiye’de bazı talihsizlikler oldu. Babamın işleri bozuldu. Ekonomik olarak dağılmış bir yapı. Aileyi bir araya toplamak gerekiyordu. Rahmetli dayım, Bayraktar Holding’de Hüseyin Bey’e çok yakın pozisyonda çalışıyordu. Allah uzun ömürler versin, Hüseyin Bey’in de bana çok katkısı olmuştur. O da dedi: ‘Evlat, sen ne yapıyorsun?’ Dedim; ‘Efendim iş arıyorum’. “Ya” dedi, ‘30 küsur tane şirket var, sana mı iş yok bizde?’ diye. Onlar da birkaç arkadaş İngiliz marka bir tekne almışlardı ve distribütörlüğünü yeni almışlardı. ‘Gel başla burada’ denildi. Ve ben ilk teknecilik hayatıma, hiçbir işe başlamadan Türkiye’de, 25 sene önce asgari ücretle işe başladım. Daha sonra da devam ettirdik. Ben orada 3 yıl gibi bir süreçte çalıştım. Daha sonra ben yine sektörden büyüğüm, ortak olmuşlardı. Gelip bana iş teklifi yaptılar; ‘Bizimle çalışır mısın?’ diye. 2005 senesinde iki ortak ayrılmaya karar verdiğinde her ikisi de benim birer kolumdan tuttular. Gerçekten çok güzel işler yapıyorduk orada. Babamın bana hep aşıladığı; Doğruluk, iyi niyet, güzel ahlak. Ben bunu hayatımda bir motto olarak belirledim. Benimle çok çalışmak istediler ama gelecek kariyerim için aslında her ikisini de çok sevmeme rağmen, genç olan ortakla ayrı bir şirket kurup yoluma devam etme kararı aldım ve 2005 senesinde Trio Deniz'in temellerini attık. 2012 senesinde de bütün hisseleri eski ortamdan devralarak ben devam ettim. Aynı zamanda sektörün gelişmesi için de farklı işler yaptık. Distribütörlüğünü yaptığımız her markanın dünyadaki en büyük distribütörüyüz. Daha önce Amerikan ürünlerini Türkiye'ye getirip satıyorduk. ‘Bunu çeşitlendirmemiz lazım’ diye başlarken, farklı alternatiflere gittim. Sonrasında yelkenli olarak ünlü Alman üretici Hanse ile yolumuz kesişti. Fransa'dan ünlü Beneteau Teknecilik grubunun Jeanneau ve Prestige markalarının Türkiye distribütörüyüz. İtalya'dan Sanlorenzo Türkiye distribütörüyüz. Sanlorenzo dünyanın en büyük tek markada mega yat üreticisi, 24 metre üzerinde. Onun alt markası Bluegame var. Yine İtalya'dan sacs diye bir kaliteli lüks botlar var büyük. Onların Türkiye distribütörüyüz. Bu şekilde ürünlerimizi segmente ederek, İtalya, Fransa, Almanya’dan değişik markaların ürünlerini, hem Türk hem yabancı müşterilerimize sunuyoruz” diye konuştu.

 

“TÜM BİRİKİMLERİMİ ŞİRKETİME YATIRDIM”

“Ortaklıktan ayrıldığım dönemde 2012'de lüks arabaya biniyordum. Onu sattım, evimi sattım” diyen Bekiroğlu, “Bütün birikimlerimi şirkete koydum. Cefa çekmeden sefa sürülmüyor ama o zaten geçmiş yaşantılar insanlara büyük tecrübe ve ders veriyor. Onlar olmasaydı bugünlere gelmezdik. Ben hiç şirketi kurduğumda biz üç kişiydik. Şimdi 80’in üzerindeyiz. Biz yılda ortalama büyüyle küçüğüyle 200 tekne teslimat yapıyoruz. Direkt ve indirekt satışlarımızla toplam grup ciromuz 100 milyon euro ve üzerinde ciro yapıyoruz. Bu da şu an Avrupa’nın en büyük teknecilik firması olduğumuzu gösteriyor. Bizim sattığımız ürün gamımızda olan teknelerden size fiyat endikasyonları verecek olursam; 50-60 bin euro’lardan başlıyor, 50-60 milyon euro’lara kadar gidiyor. Fiyatlarımız bu şekilde. Yani biz 7 metreden 77 metreye kadar tekne sunabiliyoruz müşterilerimize. İş hayatımda yakın çevremden, arkadaşımdan; ‘Ya profesyonel hayatta kal’, ‘Ne yapacaksın? İyi para kazanıyorsun’, ‘Türkiye çok çalkantılı’, ‘Batarsın’ gibi çok telkinler oldu. Ama ben inandım. Belki de bizim yani yetiştirme şeklimiz itibariyle biz esnaf çocuğuyduk. Hani oranın verdiği bir rahatlıkla da vardı belki. Ben ‘yok’ dedim; ‘Kendi işimi yapacağım.’ Ve Allah'a şükür hamdolsun başarılı olduk, bugünlere geldik. Ben işimi çok severek yapıyorum ve yaptığımın bugüne kadar hep en iyisini yapmak için kendime hedef koydum. Gençlik yıllarında Amerika'ya çok gider gelirdim. Büyük distribütör toplantılarında bizi böyle dış kapının dış mandalı gibi görürlerdi. Aslında biz böyle 500 kişilik 600 kişilik salonlarda kapıya en yakın mısın oturtulurduk. Sadece bizim bölgemize bakan satış müdürü ile konuşuyorduk. Böyle o markanın CEO’suyla, fabrikanın müdürüyle, ya ne bileyim yönetim kurulu başkanıyla oturup görüşmenin imkanı yoktu. Ben Amerika'ya gidip Las Vegas'ta, Chicago’da 1000 kişilik toplantı salonunda en arka masada oturmanın verdiği üzüntü ile şu an bir toplantıya gittiğinizde CEO’nun masasında bir ödül almak gerçekten hem ülkem hem ailem hem de çalışanlarım adına gerçekten gurur verici bir tablo” ifadelerine yer verdi.

“MADDİYATI HİÇ ÖNEMSEMEDİM”

Bekiroğlu, Türkiye'nin hem tanıtımı hem ekonomisi hem insan kaynaklarına katkı sağlamaktan mutluluk duyduğunu ifade ederek, “Para benim için bir el kiridir. Ben genç yaşında çok fazla sevdiğini toprağa veren kendi elleri ile koyan bir insanım ve vakti zamanı geldiğinde de birinin beni oraya koyacağını çok iyi biliyorum. Dolayısıyla bugüne kadar hiç maddiyat önem veren birisi olmadım. Hep manevi değerlere önem verdim. Daha fazla nasıl iyilik yapabilirim hem çalışanlarıma hem aileme hem etrafıma topluma daha nasıl faydalı bir insan olabilirim, ülkeme daha nasıl faydalı bir insan olabilirim, hep bunun uğraşında oldum. Bizden her tekne alan müşteri istisnasız o müşteri için LÖSEV'e ciddi bir bağış yaparız. TEMA’ya her yıl düzenli yardımlarımız olur.  Ben son zamanlarda eğitimde çok büyük sıkıntılar yaşadığımızı gördüm ülke olarak. İşe alım süreçlerinde yeni genç mühendislerin İngilizceleri çok yeterli değildi. Biz birkaç yıl öncesinde bir proje başlattık. Önce memleketinden başladım tabii ki. İhtiyacı olan devlet okullarına bilgisayar laboratuvarları yaptık. Her sene 4-5 tane ciddi maliyetli bilgisayar laboratuvarları yapıyoruz ve bunu devam ettireceğiz. Bu şekilde ekonomik olarak bilgisayara, hızlı internete evde erişimi olmayan köydeki çocukların okula gelip bütün eğitimlerini ya da araştırmalarını bu laboratuvarlarda yapabiliyor olmalarının önünü açtık. İki kızım ve bir oğlum var. Hepsine de açık açık söylüyorum; Benim hepsi de biliyor, benim nasıl eğitim yaşantım, nasıl bir iş yaşantım olduğunu. Ailemin benim için neler yaptıklarını biliyorlar. Hepsi de müteşekkirler ve onlara tek tek anlatıyorum ne yapmaları gerektiğini. Dolayısıyla benim aldığım eğitimden daha iyi bir eğitimi onlara şu anda veriyorum. Aynı zamanda oğlumu olabildiğince şirkete getirip değişik departmanlarda çalıştırıp buradan tecrübe kazanmasını vesile oluyorum ve gün sonunda da gidip muhasebeden harçlığını alıyor. Bizim anlaşmamız günlük 50 liraydı. Şimdi işte enflasyondan dolayı biraz zam istiyor. Ona biraz zam yapacağız. Lider nasıl olmalı? Lider adil olmalı, sevecen olmalı, konuşmayı değil dinlemeyi bilen olmalı. Ben iyi bir lider olduğumu düşünüyorum. Hiçbir zaman ‘ben yaptım, ben başardım, ben kazandım’ demem, demiyorum. Bu bir ekip işi hep ‘biz yapıyoruz, biz kazanıyoruz, biz harcıyoruz’ diyorum. Ciddi kararlar alırken de mutlaka ve mutlaka ekip arkadaşlarının görüş ve önerilerini alırım. Ve onlara çok değer veririm. Hiçbir zaman kendi başıma ani bir şekilde karar almam ama inandığım bir şey varsa da ondan dönmem. İnanıyorsam sonuna kadar giderim. Faydadan ziyade önce iyi insan olmasına bakarım. İyi kalpli olmasına bakarım. Yani ne kadar kaliteli ne kadar işinde iyi bir insan olursa olsun onun kalbi iyi değilse, iyi bir insan değilse bizim için muteber bir insan değildir. İşinde çok iyi olan ama kalbi iyi olmayan, düzgün olmayan birçok eski çalışma arkadaşlarımızla yollarımız ayırdık” şeklinde konuştu.

 

“DÜNYANIN EN BÜYÜĞÜ OLDUK”

Sektörün geleceği için oldukça umutlu olduğunu vurgulayan Bekiroğlu, “İnsanlar şansı yakalar ama ben çok çalıştım, çok kovaladım aldım. Öyle zamanlar oldu ki; ‘Ben onu bırakayım mı? Hani bırakalım mı başka krizler geldi ya artık bu işi olmuyor’ dedik ama ısrarla devam ettirdik, çalıştık. Sonra baktık ki biz bu işin dünyadaki en büyüğü olduk. Dolayısıyla hani devamlı ısrarla çalışmak, takip etmek başarıyı gerçekten getiriyor. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde baktığınız zaman marina sayısı, tekne sayısı, yelkenli sayısı bizim 10’da 1’imiz olan Yunanistan'a bile erişmiş değil. İtalya ile Fransa ile kıyaslamıyorum bile. Ben geçtiğimiz günlerde çok önemli İtalyan misafirler ağırladım. Sanlorenzo’nun yönetim kurulu başkanını ağırladım. Türk kıyılarını gezdirdim onlara ve inanamadılar. Yani bu kadar güzellikte bir doğa harikası var. Bizim ülkemizi daha çok tanıtmamız gerekiyor. Ki ben de bu tanıtım elçilerinden bir tanesi olduğuma inanıyorum.  Var gücümle buna çalışıyorum. Ülkemiz çok güzel, yeter ki biz o canım kıyıları koruyalım. Çocuklarımıza yeni nesillere daha temiz bir çevre bırakalım. Bizim sektörün önü açık, daha iyi günler bizi bekliyor diye düşünüyorum” dedi.

 

“YÜZÜMÜZÜ DENİZE DÖNMELİYİZ”

Pandemi döneminde zorladıklarını ancak hiç pes etmediklerini ifade eden Bekiroğlu, şu ifadelere yer verdi: “Pandemi başlaması ile beraber kısa bir panik yaşadık üreticilerle beraber, müşterilerimiz de yaşadı. Daha sonra pandemi, eve kapanmalar uzadıkça insanlar daha izole alanlara çıkma ihtiyacı hissettiler. İzole alanlardan bir tanesi de malum tekne. Denizin ortasındasınız kimse yok. Pandeminin bir nebze de olsun bize olumlu katkı yaptığını söyleyebilirim. Biz aslında denize çok yüzünü dönen bir millet değiliz. Yani geçmiş dönemlere baktığın zaman, hep sırtımızı denize dönmüşüz. Hatta güneyde bir anekdottur; Babalar denize kıyısı olan arsalarını kızlarına vermişler, değerlilerini oğlan çocuklarına vermişler. Denize çok iç içe değiliz. Aslında denizden böyle biraz kendimiz uzak tutmuşuz. Denizde yaşam, denizin üzerinde olmak zannedildiği kadar ve hayal edildiği kadar zor, ekonomik olarak büyük bir hacim değil. Bugün orta büyüklükte bir aile Türkiye'de bir ithal, orta segment bir araca vereceği parayla, çok rahat sıfır bir yelkenliye ya da ikinci el bir motor yatı alıp ailesiyle beraber çok rahat binebilir Türkiye'de.”

Kapat
× Anasayfa Abone ol Tüm haberler Ekonomi Bölgesel Şirketler Gündem Belediye Sektörler Politika e-Dergi e-Gazete Web TV Künye Karadeniz sohbetleri Yazarlar