30.10.2025

Bir Türk mucizesi: Türkiye Cumhuriyeti

Almanya’ya yanlayarak girdiğimiz Birinci Dünya Savaşı’nda, Almanya ile birlikte bizim de yenilmiş sayılmamız nedeniyle,

30 Ekim 1918 tarihinde Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon zırhlısında imzalamak zorunda kaldığımız Mondros Mütarekesi ile ordularımız dağıtılmış, ardından da ölüm fermanımız olarak kabul edilen Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920’de imzalanıp, milletimize dayatılmıştı. Böylece Anadolu’da bir avuç toprak parçasında yaşamaya mahkûm edilmiştik.

Oysa galipler, Agamemnon’la Çanakkale’yi geçememişlerdi ama Mondros Mütarekesi sonrasında, birçok gemiyle birlikte Dolmabahçe açıklarında demirleyerek Payitahtımız İstanbul’u yıllarca işgal etmişlerdi.

Payitahtın yanı sıra yurdumuzun birçok yerinin işgaline yol açan yenilgilerin sorumluları bir İngiliz gemisine binip kaçarken, bir cesur yürek ki adı Mustafa Kemal’di “Geldikleri gibi giderler!” diyerek, 19 Mayıs 1919’da Anadolu topraklarına ayak bastığı Samsun’dan yaktığı meşaleyle, sonu büyük zaferle sonuçlanacak Kurtuluş Savaşı’nı başlatmıştı.

Mazlum milletlere ilham kaynağı olan bu savaşın sonunda, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.

Cumhuriyetin ilanından sonra Türk Milletinin “Atatürk” soyadını vereceği Mustafa Kemal Paşa, ilk Cumhurbaşkanımız olarak, ilk Başbakanımız olmasını istediği İsmet İnönü’ye gönderdiği mektubunda, “Bize geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı.” sözleriyle milletimizin içinde bulunduğu vahim durumu özetlemişti.

Okulumuz yoktu; dolayısıyla okuryazar oranımız da yok denecek kadar azdı. On yıllarca süren savaşlarda iyi yetişmiş gençlerimizi yitirmiştik. Doktor ve hemşiremiz de yok denecek kadar azdı; hastanelerimiz de yoktu. İki çocuktan biri, daha yaşını bile göremeden bulaşıcı hastalıklara kurban gidiyordu.

Allah rahmet eylesin, ilk Sağlık Bakanımız Refik Saydam’ın öncülüğünde kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün geliştirdiği aşılarla verem, tifüs, tifo, trahom, çiçek, kızamık gibi hastalıklar kısa sürede yenildi.
Memleketin dört bir yanında numune hastaneleri açıldı.

Bankamız ve sermayemiz yoktu. Sümerbank ve İş Bankası gibi milli bankalarımız kuruldu.
Demiryollarımız yabancıların kontrolündeydi; onlar da kısa sürede devletleştirildi.

On yıllarca süren savaşlarda zanaatkârlarımızı da kaybetmiştik.
Atatürk, asıl savaşın cehaletle yapılacak savaş olacağını biliyordu. Harf Devrimi’yle herkesin dilimizde kolayca okuyup yazabilmesinin önü açıldı.

Atatürk ayrıca, ekonomik bağımsızlığımızı kazanmadan cephede kazanılan zaferlerin anlam kazanmayacağını çok iyi bilen bir lider olarak, henüz Cumhuriyet ilan edilmeden İzmir İktisat Kongresi’ni toplamıştı.

Cumhuriyetin ilanını takip eden 1924 yılından, Ulu Önder’in vefat ettiği 1938 yılına kadar geçen süreçte, aralarında şeker ve basma fabrikaları da bulunan 46 fabrikanın büyük bölümü hizmete açılmış, bazılarının da temeli atılmıştı.

Bu arada genç Türkiye Cumhuriyeti, ilk yıllarında Kayseri’de kurduğu fabrikada kendi savaş uçağını üretmiş, hatta Nazilerin tehdidi altındaki Hollanda’ya bu uçaklardan satmayı bile başarmıştı. Hollanda Hükümeti, o uçaklardan birini, üzerindeki minnet duygularını ifade eden bir notla bugün hâlâ bir müzede sergilemektedir.

Yerli otomobilimiz TOGG’la haklı olarak övünüyoruz ama 1960’ların başında kendi mühendislerimizle, kendi olanaklarımızla ürettiğimiz “Devrim” adlı otomobili de yapmıştık. Ancak “sabotaj mıydı” yoksa başka bir nedenden mi bilinmez, deposuna benzin konulmadığı için sadece 10 metre ilerleyebilen bu otomobil, tarihin tozlu raflarında unutulup gitmiştir.

Günümüzde Kanadalı bir firma altın madenlerimizi kazıyor, topraklarımızı zehirliyor. Oysa Atatürk döneminin Cumhuriyet hükümetlerinin en büyük başarılarından biri, madenlerimizin devletleştirilmesi olmuştu.

Kurtuluş Savaşı’nı verirken ekmeklik buğdayını bile dışarıdan almak zorunda kalan ülkemiz, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin temeli sayılan ziraat mektepleriyle kendi toprağını işlemeyi başarmıştı. Atatürk Orman Çiftliği de köylümüzün önünde örnek bir model olmuştu.

Bu yoksul millet, Tekâlif-i Milliye gibi fedakârlıklarla kazanılan efsanevi Kurtuluş Savaşı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun henüz 10. yılında denk bütçe yapma başarısı göstermişti. Günümüzde ise topraklarımızda binlerce fabrika bacası tütmesine rağmen şu sıralarda 550 milyar dolarlık dış borç yapmış olmanın şaşkınlığı içindeyiz.

Demem o ki; Sevr gibi yüzkarası bir antlaşmanın ardından yok olmanın eşiğine gelen bir millet, zamanın İngiltere Başbakanı Lloyd George’unİnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakınız ki, o dahi Küçük Asya’da çıktı.” sözleriyle işaret ettiği Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, tam anlamıyla bir Türk mucizesidir.

Yaşasın Cumhuriyet!

Karadeniz'in İlk ve Tek Ekonomi Portalı

Okumak İçin Resimlere Tıklayınız.
Kapat
× Anasayfa Abone ol Tüm haberler Ekonomi Bölgesel Şirketler Gündem Belediye Sektörler Politika e-Dergi e-Gazete Web TV Künye Karadeniz sohbetleri Yazarlar