FINDIKTA İNKILAP YARATAN ŞEYHOĞLU SAĞRA AİLESİNİN HİKÂYESİ…

Araştırmacı- Yazar Naim Güney, Türkiye’nin ilk fındık işleme fabrikasını Ordu’ya kuran ve oluşturduğu markalarla fındığa katma değer yaratan ilk firma olan Sağra’yı kaleme aldı. Saralle markasıyla Türk fındığını ve Türk çikolatasını tüm Dünya’ya tanıtan Sağra’nın hikayesini önümüzdeki 4 sayımızda sizlere ulaştıracağız.

info@karadenizekonomi.com / 6.12.2021

FINDIKTA İNKILAP YARATAN ŞEYHOĞLU SAĞRA AİLESİNİN HİKÂYESİ…

Naim Güney’in kaleminden Sağra’nın hikayesi..

ORDU’DA BİR AYAN AİLESİ “ŞEYHOĞULLARI”

Türkiye’de Karadeniz bölgesinde yetişen fındık en fazla Ordu ilimiz de yetişmektedir. Orduluların geçim kaynağı olan fındık, geçim kaynağının yanı sıra Ordu’nun simgesi haline gelmiştir.  Fındık çağlar öncesinden bilinen, çağlar boyunca önemini korumuş bir besin maddesidir. Efsanelerden türkülere kadar her şeyde, tanrı şölenlerinden kral sofralarına kadar her yerde fındık vardır. Dünyanın en üstün kaliteli fındıkları Türkiye de Karadeniz bölgesinde üretilir. Tarihten öteye ait belgeler fındığın bu kıyı bölgesine ait olduğunu gösterir. Kral Henry III. eşi Klavyo 1403 yılında Karadeniz kıyılarında fındık dolu bir gemiyle seyahat ettiğini söylemiş. Dünyada ilk standartlara ayrılan kuru yemiş ise fındıktır.

Ordu’da fındığın 150-200 yıllık bir geçmişi bulunuyor. Bu uzun yıllar içinde fındık belli aşamalardan geçer, fabrikalarda kırılır, iç fındık haline getirilir, çuval ambalajlara konur, yurt dışına ihraç edilirdi. İşte fındığın iki asra yakın serüveni hep böyle idi. Kentimizin ekonomisini ve sosyal hayatını bu kadar yoğun biçimde etkileyen başka bir ürün olmamıştır. Ama fındık konusundaki gerçekler günümüzde farklı şekillerde dile getiriliyor. Günümüzde fındık hakkında yazılan çizilenlerin çoğu bir araştırmaya ve belgeye dayanmıyor. Hiç hakkı olmadığı halde fındık işinin ilk sahibiymiş gibi birileri lanse ediliyor. Hâlbuki Ordu’yu fındığıyla ve mamulleriyle Dünya’ya tanıtan ve sevdiren bir aile vardır. Bu aile tartışmasız Sağra ailesidir. Aslında, Ordu Fındık tarihinde Sağra ailesinin yeri, yaptığı teşebbüsleri ve yaşadığı tecrübeleri geçmişten itibaren detaylı bir biçimde üniversitelerde akademik tez ve araştırma konusu olmalıdır. İşte Karadeniz için son derece önemli bu ailenin yaptığı çıkışları ve yaşadığı serüveni yazmadan olmazdı. Ordu’da fındığın geçmişi ve Sağra ailesi ile ilgili araştırmamı zamanı geldiğinde ve ihtiyaç duyulduğunda gelecek neslin faydalanabilmesi için belgelere dayanarak kaleme aldım.

Ama önce Sağra ailesinin kim olduğunu ve nereden bu işe başladığının iyice geçmişinin iyi bilinmesi de faydalı olacaktır… Araştırmacı Yazar Hikmet Pala, “Ordu’da bir ayan ailesinin tarihi: Şeyhoğulları” adlı makalesinde Sağra ailesinin mensup olduğu Şeyhoğlulları ailesinin geçmişini özetle şu şekilde ifade ediyordu…

“…Selimiye Mahallesinde Ordu Etnografya müzesi olarak hizmet veren Paşaoğlu Konağı’nın hemen karşısında, görkemli güzelliği fark edilen üç katlı tarihi bir ev var. 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın girişimleriyle kamulaştırılan bu ev Sağra Konağı olarak bilinir. Bu ev, Ordu’da 1854 yılında doğmuş, Belediye başkanlığı da dâhil olmak üzere birçok görevde bulunmuş Kahraman Ağa’nın konağıdır. Kahraman Ağa yüzyıllar öncesinde Ordu Uzunisa’ya yerleşmiş Şeyhoğulları sülalesine mensup bir kişidir.

KAHRAMAN SAĞRA

Ordu tarihinde iz bırakmış kişiliklerden biri olan Bilal Köyden, 1962 yılında kendi sülalesi olan Şeyh oğullarının aile tarihini anlatmak amacıyla “Şeyh Oğullarına Ait Aile Şeceresi” adlı çalışma yapmıştır. Şeyhzade sülalesinden olan Gazeteci Bilal Köyden bu ünlü sülalenin genç nesli ailesinin tarihini, aile büyüklerini öğrensin diye bir silsilename kaleme almıştır. Ancak bir tarihsel belge olarak bu şecere, Ordu’nun tarihine de çeşitli yönlerden ışık tutmakta, 1700’lü yıllarda bölgede yaşanan derebeyi aileler arasındaki çatışmalar hakkında oldukça geniş bilgiler vermektedir…

Bilal Köyden, 1957 yılının Temmuz ayında başladığı ve tam iki yıl sürdürdüğü bu yorucu çalışma sırasında aile büyüklerinin doğum ve ölüm tarihlerini belirlemiş, sülaleye mensup kişilerle kişisel görüşmelerde bulunmuştur. Ancak bu çalışma sırasında çeşitli güçlüklerle karşılaşmış, babalarının, aile büyüklerinin doğum ve ölüm tarihlerini bilmeyen kişilere tesadüf etmiştir:

“Babalarının ölüm tarihlerini, evlatlarının doğum yılını bilmeyenler oluyor, bir takımlarının nüfus cüzdanlarını ele geçirmek bir mesele teşkil ediyordu. Hal böyle iken hemen aile efradı istiyordu ki silsilename tamamlansın, soyumuzu sopumuzu tanıyalım. İleride çocuklarımız birbirini kaybetmesinler.”

Bilal Köyden, Ordu’da Felek zade Süleyman Efendi’den başka silsilename tutmaya kimsenin önem vermediğinden yakınarak, bazı köklü ailelerin sıradan cep defterlerine, sülaleleriyle ilgili bazı karalama sayılabilecek notlar aldığını, bu notların da kişi öldükten sonra kaybolup gittiğini ifade etmiştir. Bunlar arasında Şeyhoğulları, Alaybeyi ve Boğukoğullarına ait notların da olduğunu yazmıştır. Şeyhoğulları’nın soyadı kanununun çıkmasından sonra Sağra, Şen, Ocak, Çelebi, Şensoy ve Köyden soyadlarını aldığını da şecere sayesinde öğrenmiş oluyoruz.

Aile içerisinde aktartılan rivayetlere göre Şeyh Ahmet Ağa, Alaybeyi Ağa ve Boğuk Ağa adlı üç kardeş, 20-25 yaşlarında Diyarbakır veya Antakya’dan göç ederek bu topraklara gelmişler. 1450-1500’lü yıllarda üç kardeşin mensup olduğu aile, düşmanlarıyla yaptıkları çarpışmalarda yeniliyor. Bu yenilgiyi içlerine sindiremeyen üç genç, yaşadıkları memleketi terk etmeye karar veriyorlar ve yanlarına büyük miktarda para alarak, bir gece gizlice Konya’ya gidiyorlar. Buradan Akdeniz sahillerine inerek kiraladıkları bir kanyonla İstanbul Boğazı üzerinden Karadeniz’e çıkıyorlar ve birçok tehlikeleri atlatarak Ordu’ya kadar gelmeyi başarıyorlar. Cömertçe ikramda bulundukları gemicilerin üç kardeşi öldürüp paralarına el koymak için yaptıkları plana kardeşlerden birisi tanık olur. Üçkardeş bu durumdan nasıl kurtulacaklarını düşünürler ve konuyu açık olarak gemicilerle konuşmaya karar verirler. Ve onlara şöyle derler:

“Malımıza tamah edip canımıza kasıt niyetli olduğunuzun farkına varmış bulunuyoruz. Bunu yapmayınız. Biz canımızı kurtarmak için yuvamızı terk etmiş garipleriz. Altınımız, eşyamız, neyimiz varsa sizin olsun, hayatımızı bize bağışlayınız. Para için cana kastetmek mertliğe yakışmaz.”

Bu sözler karşısında gemiciler suçluluk hissederek özür dilerler. Bu olaydan bir iki gün sonra gemi Ordu Akyazı civarında karaya yaklaşır. Karaya çıktıktan sonra üç kardeş gemicilere altınları eşit biçimde dağıtmak ister. Ancak gemiciler para değil, yanlarında kalmayı istediklerini belirtirler. Ancak kardeşler “Bizim ne olacağımız belli olmaz, siz gidin çoluk çocuğunuzla mesut olun” diyerek gemicileri geri gönderirler.

Böylece Şeyh Ahmet Ağa, Alaybeyi Ağa ve Boğuk Ağa adlı üç kardeşin Ordu topraklarındaki macerası başlamış olur. Ordu’nun bugünkü kuruluş yeri henüz köy bile değildir. Eskipazar Köyünde Hacıemiroğulları Beyliği döneminde bir beylik merkezi olarak Bayramlı Kasabası bulunmaktadır. Bir süre Bayramlı’da kalan üç kardeş buradan Ulubey’in Çukur Köyüne giderler. Boğuk Ağa bu köyde kalır. Alaybeyi Ağa Kıran Köyü’ne, Şeyh Ahmet Ağa da Uzunisa’ya yerleşir. Böylece üç kardeşten üç ayrı sülale meydana gelir.

Bilal Köyden’in hazırladığı silsilenameye göre, Şeyhoğulları, Boğukoğulları ve Aleybeyoğulları gelip yerleştikleri Ordu civarındaki güçlü derebeyi ailelerle dönem dönem çatışma içerisine girmiştir. Bu çatışmalar sırasında Şeyhoğulları’nın neslinin sona ermesi tehlikesi dahi ortaya çıkmıştır:

“Yine malum olmayan bir zamanda hasımları tarafından kılıçtan geçirildiği sırada halen nesli Altunyurt Köyü’nde oturan Mızrak oğullarından bir şahıs, Şeyhoğulları’nın nesli tükenmesin diye bir erkek çocuğunu mısır ambarında saklıyor. Çocuğu büyütüp kendi kızıyla evlendiriyor. Bugünkü neslin Mızrakoğlunun muhafaza ettiği çocuktan türemiş olduğuna şüphe yoktur.”

Bilal Köyden, Şeyhoğulları’na ait silsilenamede ailenin derebeylik karakterine vurgu yapıyor, ancak 150 yıl öncesine dair çok sağlıklı ve ayrıntılı bilgilere sahip olmadıklarını da ifade ediyor:

“Bundan elli yıl evvel (1910’lu yıllar) 80-90 yaşındaki ihtiyarlardan duyulduğuna bakılırsa, üç kardeşten üreyen bu aileler (ufak tefek hataları hariç) daima eşit şartlar altında hüküm süren hasım derebeyleri ile boğuşmuşlardır. Rakiplerine karşı amansız hareket eden bu derebeyleri, halka iyi muamele etmişler, kendilerine sadık olanları mülk ve arazi sahibi yapmışlardır.”

Ailenin bugünden geriye doğru 200 yıllık geçmişine baktığımızda toplumsal statüsü yüksek kişilerin yetişmiş olduğunu görmekteyiz. Şeyhoğulları sülalesine mensup kişiler arasında Milis kumandanı, avukat, hâkim, milletvekili, Belediye başkanı, bankacı, gazeteci, nahiye müdürü, subay gibi görevlerde bulunanlara rastlanmaktadır. Mevcut, silsilenameye göre Şeyhoğulları sülalesinde hakkında bilgi sahibi olunan ilk kişi Hacı Mustafa Ağadır. Onun oğlu olan 1810 doğumlu Hasan Ağa, Kel Hasan Ağa olarak anılmaktaydı. Sert ve mücadeleci bir adam olan Kel Hasan Ağa, Osmanlıyla iyi ilişkiler içerisinde olmuş, kendisine eşkıya takibi ve isyan bastırma gibi görevler verilmiştir. Onunla ilgili anlatılan olaylardan biri Kocamanoğlu Ahmet adlı bir soyguncuyu ve çetesini ortadan kaldırmasıyla ilgilidir. Hasan Ağa, Batum bölgesinde iken, aslen Termeli olan Kocamanoğlu Ahmet dağa çıkarak Çambaşı yolu üzerindeki Yokuşbaşı mevkiinde soygun yapmaya başlamış. Bayadı Köyünden evli bir kadını da kaçıran Kocamanoğlu’nu takibe girişen Hasan Ağa, onu ve çetesini Teyneli Köyünde yakalar ve öldürür. Bu olay daha sonra halk edebiyatının bir parçası olan türkülere konu edilmiştir:

“Bu benim alnımın kara yazısı

Bana sebep Durmuşoğlu’nun cadısı

Kapalı kalsın Şeyhoğlu’nun kapısı

Sallamayın Kocamanoğlu’nun salını,

Seyreyleyin eşkıyalığın halını…”

Yaşadığı olaylar kahramanlık biçiminde anlatılan Kel Hasan Ağa’nın oğullarından birisi Mehmet Ağadır. Mehmet Ağa, şecerenin yazarı ve aynı zamanda Güzelordu Gazetesi’nin sahibi olan Mehmet Bilal Köyden’in de dedesidir. Mehmet Bilal Köyden 1894 yılında Uzunisa Köyü’nde dünyaya gelmiştir. Rüştiye okulundan sonra Erzincan Zabit Mektebine gitmiş, Kafkas Cephesinde bacağından yaralandıktan sonra köyüne geri dönmüştür.

Bilal Köyden’in “Şeyhoğulları Silsilenamesi” adlı kitabında, Kafkas cephesi ve Şeyhoğlu konusu aynen şöyle aktarılmaktadır… “…1887 yılında Osmanlı-Rus harbinden önce Acara’da isyan eden Kör Hüseyin Bey namında bir derebeyi vardı. Bu derebeyin tenkiline Şeyh zade Kel Hasan Ağa memur edilip vazifelendirilmişti. Acara’ya görevli giden Kel Hasan Ağa yanında küçük oğlu Kahraman Ağayı da götürmüş ve orada Hacı Mehmet Ağa ile tanışmıştır.  Şeyhzade Kel Hasan Ağa Acara’ya vardığında Kör Hüseyin Bey kendisine bir haber göndermiş. Bu haberde; ”Birimiz kel, öbürümüz kör, ikimizde aksiyiz. Bakalım kim kimi temizleyecek” demiş.  O sıralarda Acara civarında karakol komutanı olan Mehmet Ağa’nın yardımı ile Kör Hüseyin Bey ile yapılan çetin bir çatışma sonunda, asi Kör Hüseyin Bey ve çetesi sığındıkları bir mağarada imha ediliyor.

Bu arada Acara’da hastalanan Şeyhzade Kel Hasan Ağa, kendisine yardımı dokunan Karakol komutanı Mehmet Ağanın evinde iki ay misafir kalıyor ve son derece misafirperverlik muamelesi görüyor. 1877’de Mehmet Ağa muhacir olarak Acara’dan Ordu’ya göç ediyor. Ordu’ya gelen Karakol komutanı Mehmet Ağa, Kel Hasan Ağanın küçük oğlu (Büyük) Kahraman Ağa tarafından ağırlanıyor ve kendisine yeteri derecede bir arazi de hediye ediliyor. Daha sonra Mehmet Ağa Hacca da gidiyor ve Hacı Mehmet Ağa oluyor. Bağışlanan bu arazi Alembey köyünde olup, halen Hacı Mehmet Ağanın torunlarının elinde bulunmaktadır. O torunlarından biriside Öğretmen Mehmet Hilmi Acar’dır.

Bilal Köyden’in “Şeyhoğulları Silsilenamesi“adlı kitabında yine Şeyhoğullarının şehre karşı olan ilgi ve bağlantıları hakkında şunlar yazılıdır.

“… Ellerinde her türlü maddi imkân olduğu halde, Şeyhoğulları şehre karşı ilgisiz kalmışlar, köylerde yaşamaktan özel bir zevk duymuşlardır. Özel kısımda da belirtildiği gibi, ilk Ordu şehrine inen Kel Hasan ağanın oğlu İbrahim Ağadır. Onu, Kahraman Ağa takip ederek, Selimiye mahallesinde üç katlı eski tarz bir ev inşa ettirmiştir.  Aradan uzun yıllar geçmiş hayat şartları değişmiş, okur yazar olanlar yavaş yavaş şehre inmeğe başlamışlardır. Birinci Dünya savaşından önce 1900 yıllarda yalnız Mustafa ve Ahmet Ağalar ticaret alemine katıldıkları halde, daha sonraları sayıları çoğalmış, 1945 yılını takiben şehre yerleşenlerin adedi artmış, mülk sahibi olanlar on kişiyi bulmuştur.  Hüseyin ve Hacı Hasan Efendilerin müstantikliği (Sorgu Hakimliği) hariç, Şeyhoğullarından vaktiyle hiç kimse memurluğa heves etmemiştir… “

ORDU BELEDİYE REİSLİĞİ YAPAN BÜYÜK “KAHRAMAN AĞA”

Şeyhoğulları sülalesinin Ordu tarihinde önemli isimlerinden birisi Kel Hasan Ağa’nın oğlu olan Kahraman Ağa, Ordu Belediye başkanlığı yapmıştır. 1854 yılında doğan Kahraman Ağa 1917 yılında vefat etmiştir. Orta boylu, aksakallı ve gür sesli olan Kahraman Ağa, 1914 yılında Rus işgalinden kaçan Trabzonluların Ordu’ya sığındıkları sırasında onların iaşelerinin sağlanması ve yerleştirilmeleri konusunda büyük hizmetler yapmıştır. Üç kez evlenmiş, bu evlilikler yoluyla Gedik Ali oğulları, Felek oğulları ve Bozatlı oğulları ile akrabalıklar kurmuştur.

Silsilenamede aile fertleri hakkında çeşitli bilgiler verilmektedir. Ailenin genel olarak Uzunisa Köyünde kaldıkları, Ordu şehrine yerleşmeyi pek tercih etmedikleri tespiti yapılmıştır. Ordu’ya ilk yerleşen Kel Hasan Ağa’nın oğlu İbrahim Ağa olmuş onu Kahraman Ağa izlemiştir. Kahraman Ağa, Selimiye Mahallesindeki üç katlı Sağra Konağını yaptırmıştır.

Şeyhzade Kahraman Ağa, 1879 yılında Ordu Belediye başkanı olmuş bu görevde 1882 yılına kadar dört yıl boyunca kalmıştır. Daha sonra 1903-1904 yıllarında tekrar Ordu Belediye Başkanlığı görevi yapmıştır. Şeyhzade Kahraman Ağa, 1888 yılında rütbe almış ve 1903 yılında mütemayiz rütbesine sahip olmuştur. Kahraman Ağa,  Ordu Belediye Reisliğini kendinden sonra Katırcızade Mustafa Ağaya devretmiştir.  Şeyhzade Kahraman Ağa, Ordu Belediye Reisliğinden ayrıldıktan sonra da şehirdeki birçok kuruluşta vazife görmüştür. Ordu kazası dava meclisinde 1876 ve 1877 yıllarında üyelik yapmıştır. Şeyhzade Kahraman Ağa, 1889, 1893, 1894 ve 1895 yıllarında da Ordu kazasında İdare Meclisinde müntahap üye olarak vazife görmüştür…”

Yazının kalan kısmı haftaya sizlerle olacak..

Kapat
× Anasayfa Abone ol Tüm haberler Ekonomi Bölgesel Şirketler Gündem Belediye Sektörler Politika e-Dergi e-Gazete Web TV Künye Karadeniz sohbetleri Yazarlar